10 Haziran 2015

Kendini Hak İle Meşgûl Etmezsen, Bâtıl Seni İşgâl Eder

İmam Şâfî -rahmetullâhi aleyh- ne güzel söyler:

“Kendini hak ile meşgûl etmezsen, bâtıl seni işgâl eder.”

Bu yüzden insanın Hakk’a kulluk haysiyet ve şerefini muhâfaza edebilmesi için, kendilerinden kalben feyz alabileceği sâlih mü’minlerle berâber olması îcâb eder. İnsan dâimâ rehbere muhtaçtır. Bu zarûretten dolayıdır ki, Cenâb-ı Hak ilk insanı, ilk peygamber olarak göndermiştir.

Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, ülfet ve dostluk edilen kimselerin mânevî hâllerinin kişiye sirâyetini şu misâlle ne güzel îzâh eder:

“Ashâb-ı Kehf’in köpeği, sâdıklarla berâber olduğu için büyük bir şeref kazandı, nâmı Kur’ân-ı Kerîm’e ve târihe geçti. Nûh ve Lût peygamberlerin karıları ise fâsıklarla berâber oldukları için küfre dûçâr oldular.”

Görüldüğü gibi, gâfillerle ve fâsıklarla berâberlik, zamanla onların düşünce tarzına yaklaşmaya sebebiyet verir. Bu “zihnî akrabâlık” bir müddet sonra “kalbî akrabâlığa” döner ki bu da, kulu mânen helâk ve hüsrâna sürükler.

21 Aralık 2014

Tesettür Risâlesi ve Şerhi


Hem Bedîüzzamân Hazretleri o ifsâd komitesine şöyle bedduâ etmiştir:“Bu mübârekleri ifsâd eden komiteler kahrolsunlar!.. Allah bu hemşîrelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhâfaza eylesin, âmîn.”(Lem’alar, 191)

O gizli ecnebî komite, Bedîüzzamân Hazretlerinin vefâtından sonra bu def’a, Kur’ân’ın tesettürle alâkalı fâsid te’vîllerini reddeden Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin “Tesettür Risâlesi”ndeki ba’zı cümlelerini dahi te’vîlât-ı fâside ile şöyle te’vîl etmektedir.

O gizli komite diyor ki:

Tesettür-i şer’î husûsunda İslâm âlimlerinin iki görüşü mevcûddur: Bir kısmı, ‘Çarşaf giymek ve yüzü kapatmak azîmet ve takvâdır’ diyorlar.Bir kısmı da, ‘Manto ve başörtüsü giymenin ruhsat olduğunu ve bununla da tesettürün olabileceğini’  söylüyorlar. 



Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, bu konuda azîmet ve takvâ tarafını tutmuş, ruhsatla amel etmemiştir. Demek manto ve başörtüsü de tesettür-i şer’î sayılır.”
Hâşâ, böyle fâsid ve bâtıl bir fikir, İslâm âlimlerinden sudûr etmemiştir ve böyle mesnedsiz bir isnâd, İslâm âlimlerine, bâhusûs Bedîüzzamân Said Nursî Hazretlerine bir iftirâdır. Zîrâ, Üstâd Bedîüzzamân Hazretleri, “Tesettür Risâlesi” adlı eserinde; bin üç yüz elli sene zarfında her asırda üç yüz elli milyon insânın ictimâî hayâtında kudsî bir düstûr olarak yer alan ve üç yüz elli bin tefsîrin tasdîk ve ittifâklarına ve geçmiş ecdâdımızın i’tikád ve uygulamalarına istinâd eden tesettür-i şer’înin ancak “çarşaf” olduğunu îzâh ve kadınların baştan ayağa kadar yüz ve eller dâhil olmak üzere cilbâb (çarşaf)’la örtünmelerinin Kur’ân’ın kesin bir emri olduğunu; manto ve başörtüsünün ise tesettür-i şer’î olmadığını ve bu husûsta böyle bir ruhsatın bulunmadığını  isbât etmiştir.
İşte bizler bu çalışmamızda Kur’ân-ı Azîmüşşân’ın  tesettür ile alâkalı âyetlerini, müfessirü’l-Kur’ân olan Rasûl-i Ekrem (asm)’ın bu husûstaki hadîslerini, Kitâb ve Sünnette geçen tesettür ile alâkalı hükümleri îzâh eden bir kısım müfessirlerin re’ylerini, müceddid ve müctehidlerin icmâlarını ve bu görüşlerden bir kısmını destekleyen aklî delîlleri birlikte takdîm ediyoruz. Tâ ki, “Tesettür Risâlesi”ni yazan Üstâd Bedîüzzamân Hazretlerinin bu husûstaki görüşleri şahsî bir görüş olmayıp, üç yüz elli bin tefsîre muvâfık, 1400 seneden beri geçen ecdâdın i’tikádlarına ve tatbîkátına uygun ve Kur’ân’a müstenid olduğu anlaşılsın...

Tahşiye Yayınları

26 Ekim 2014

Sıvı Yağ Tenekesini Atmadan Önce

İktisat eden, sıkıntı çekmez.
Taberani

Kurtarıcı üç şeyden biri, varlıkta, yoklukta, zenginlikte, fakirlikte, iktisada riayet etmektir.
Beyheki

İsraf etme! İsraf edenler, şeytanların kardeşleridir.

İsra 26, 27
 

Müsrifleri helak ettik.
Enbiya 9

İslam Hukukunda Nişanlılık



Nişanlanma bir akit değil sadece tarafların evlenme niyetini izhar eden bir  evlenme vaadinden ibaret olduğundan veya başka bir ifade ile kadın ile erkeğin ileride evlenmek üzere bir anlaşmaya varmaları olduğundan nikah akdi yapılmadıkça  nişanlanmakla kadın ve erkek birbirine helal olmazlar. Nikah kıyılıncaya kadar  birbirlerine yabancıdırlar Aralarında mahremlik devam eder. Nişanlılık, taraflara  evliliğin verdiği beraber yaşama hak ve yetkisini vermez. Nişanlılıktan sonra da  önceden olduğu gibi aralarında iki yabancı insanın görüşmesinde bulunan bütün  sınırlar mevcuttur. Bu bakımdan iki yabancı gibi oldukları ve mahremiyet sınırlarına  dikkat etmeleri gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.

Prof. Dr. H. İbrahim ACAR∗

6 Haziran 2014

Bu Pazar “Anneler Günü”…

Bilmem nerede yaşayan bir kadının, annesinin öldüğü Mayıs ayının 2. Pazar’ı… 
İşte o, hiç tanımadığımız kadının, hiç görmediğimiz mezara her yıl aynı tarihte ziyaretinden mütevellit biz de o tarihi “Anneler Günü” olarak kutluyoruz. 

Ve nedendir bilinmez; bizim, hepimizin anneler günü… Her emir buyurduklarını olduğu gibi, bunu da kutlayacağız bayıla bayıla. Pek çok dayatmaya olduğu gibi buna da eyvallah... 
Ama benim annem Mayıs ayının 2. Pazar günü ölmedi. Ben onun mezarına o tarihte hiç gitmedim... Ne fark eder, ruhuna Fatiha okumadığım tek bir sabahım yok. Her gün telefonumu “buyur yavrum” diye açan o ses olmasa da; bir Salavat ile giden selam ve ardından okunan Fatiha ile edilen “teşekkür” yerlerine ulaşır inancındayım. 
 Bu kadarlık kavuşma da bana yeter… 
Başka bir annenin ölüm yıl dönümünü neden bütün dünya hediye alarak kutluyor bu gün tartışmayacağım. Hadi; yemek davetine icabet eden misafirleri “diş kirası” nezaketiyle ödüllendiren, eve gelen konuğunu hediyesiz göndermeyen bir geleneğin mirasçılarıyken; belli günlerde “illaki hediye alacağız kardeşim” kıvamına gelmemizi bugün tartışmayalım. 

Bugünlük sadece “Ya Rabbi sen bu milleti fabrika ayarlarına geri döndür” diye dua etmekle yetinelim o kadar. Zira konu ağır… Konu, “Anne”… “Anne” dedin mi akan sular durur. Diri diri yakılan annelerini ve evlatlarını; kimyasallarla zehirlenen çocuklarının ölümlerini izlemek zorunda kalan anaları; birileri daha çok para kazansın, daha da bir güçlensin, dünyaya hükmetsin diye evlatlarını kefene saran anneleri de konuşmayalım bu günlük.



Tamamı

25 Nisan 2014

Koç Yavruları ve Kediler



Koç Yavruların Bahçeye girdiği anda kedilerin kaçışı


Porsuğun koçları köşeden incelemeleri









Korkuyla karışık Şaşkınlık 



5 Aralık 2013

Fırında Karnabahar Yemeği





Soğanları hafif pişirdikten sonra salça, baharatını ve kavurmayı ilave ettim yıkanmış karnabaharı  borcama dizdim üzerine soğanlı karışım döküp fırına verdim.
Lezzetli bir yemek oldu :)

 

23 Kasım 2013

Kelime Ve Kavram Hazinesi Bir Evin Mutfağı Gibidir.

Bırakacağın eli hiç tutma, Tutacağın eli ise hiç bırakma. Sahte sevgilere gül olmaktansa, gerçek sevgilere diken ol Hz. MevlanaKelime ve kavram hazinesi bir evin mutfağı gibidir. İyi bir sofra arzu ediyorsanız mutfağınızı kaliteli malzemeyle doldurmanız gerekir.
Aynı şey beynimiz için de geçerli.
Uygun malzemeyi yani aradığı kelimeyi bulmalı.
Amerika ilkokul kitaplarında 71 bin kelime, Türkiye ise 7000 küsür kelime kullanıyor.
Schekspre 50 bin kelime ile,
eski yazarlar 5 bin 6 bin kelime ile,
Çetin Altan 700, diğer yazarlar 300-500,
sokaktaki insan ise 100-150 kelime ile konuşuyor.

Tamamı

21 Kasım 2013

Edep Kalite Ölçüsüydü


Küçükler bunu yapmazlarsa hep küçük kalacaklarını bilirlerdi, çünkü edepli olmak “bizim zamanlarda” yaşayan, hayatları ile “efendi” ve “hanımefendi” kelimelerine hakkını veren güzel insanların önemsediği bir şeydi. Çünkü bu insanlar kendilerinden önce, diğer insanları düşünen, fedakâr, diğerkam ve hasbi insanlardı. Onlar için kendi dışındakilerle uyumlu yaşamak çok önemliydi. Sadece insanlarla mı? Onlar kurtla, kuşla, taşla, toprakla, kısacası bütün mahlukatla ahenk içerisinde yaşamaya önem verir, kimseye ellerinden ve dillerinden bir zararın gelmemesi için kılı kırk yarar, titizlik gösterirlerdi.

Bu insanların sabahları bindiği şehir hatları vapurunun gecikmesi normaldi, çünkü birbirlerini buyur etmekten bir türlü vaktinde vapura binemezlerdi. 
Edeple bezenmiş müstesna hayatlardan alınmış bu kareler toplumun her köşesinde görülebilecek derecede yaygındı, çünkü bu toplumun en belirgin özelliği edepli ve terbiyeli olmasının da ötesinde edebi bir insanlık vasfı olarak baş tacı etmesiydi. Edep İslam ahlakının nakış nakış dokuduğu bu toplumun hayata yansıyan karelerindeki en belirgin tondu. O ton, insanların sadece birbirleri ile muamelelerini değil, bütün mahlûkatla muamelelerini derinden etkiliyordu, çünkü insanların kalitesi ve kıratının ölçüsü edepten nasipleri kadardı.


19 Eylül 2013

İstiklal Mahkemesi Kurbanı 22 Yaşında Bir Hoca



Gerçekten de tarih ne için okutulur bu ülkede? Birilerinin Altın Çağ kabul ettikleri 1920'leri, 1930'ları kutsamak için mi? Hem bu kutsama ayini biraz fazla uzamadı mı sizce de?
...
İşte bugün size anlatacağım olay da kaderine terk edilmiş ve susturulmuş parçalarından birisidir tarihimizin. Henüz 20 yaşlarının başındaki bir ilim öğrencisi, bakın nasıl idam edilmiş ve daha da kötüsü, adı sanı nasıl unutturulmuş?  Kaynak



Derin Tarih

4 Ağustos 2013

Derin Tarih

Derin Tarih’ten "LOZAN VE KÜRTLER" Ana dosya konusu ve yine muhteşem bir kitap hediyesi ile raflarda!

Halife Abdülmecid’in sürgün yıllarında yanında bulunan Manavoğlu Nevres Bey’in kaleme aldığı Son Halife’nin Dramı kitabı Türkçe olarak ilk kez bu ay Derin Tarih’le hediye.



10 Temmuz 2013

Bilgisizlerden Yoruldum

“Din” diyorsunuz, “Ay kalbim çok temiz” diye başlıyor, “dedem hafızdı” diye bitiriyorlar…

Beş İslâm şartı ile altı iman şartını doğru dürüst sayabilen mumla aranıyor. Rol icabı “lahavle” çekemeyen oyuncu, din konusunda ahkâm kesiyor.

“Tarih” diyorsunuz, “Bizim tarihimiz cumhuriyetle başlar” diye gevelemeye koyuluyorlar…

Öncesi yok! Cumhuriyet tarihine bile doğru düzgün vakıf olan yok! Bir sürü mehdiye, yüceltme sonrasında “uzanan elleri kıracağız” edebiyatı geliyor…

“Osmanlı” diyorsunuz, bilgisizliklerini kusuyorlar: “Padişahların anneleri yabancı… Padişahlar kardeşlerini katlettiler… Hacca bile gitmediler… Haremde zevk u safa sürdüler…”

Tek tek cevaplandırıyorsunuz, o zaman da başka telden çalmaya başlıyorlar:

“Siz Atatürk düşmanısınız, cumhuriyet düşmanısınız, laiklik düşmanısınız!”

Ne ilgisi var?..

“Ecdat” diyorsunuz, “Yahu heykelleri yok, sanatları yok, resimleri yok” diye sıralıyorlar… Ne mezartaşı sanatını biliyorlar, ne ebruyu, ne minyatürü…

“Namus ve ahlâk” konusunu açıyorsunuz, “Ahlâk beyindedir, belden aşağıda değil” diye tekerliyorlar…

“Fal” diyorsunuz, “fala inanma, falsız da kalma” diyerek güya ki vecize yumurtluyorlar: “İnanılmayan bir şeye nasıl bel bağlanır?” suali cevapsız kalıyor.

“Demokrasi” diyorsunuz, “Sayısal üstünlük değil, siyasal üstünlük” diye meydan okuyorlar…

“Kalkınma” diyorsunuz, “950 öncesinde her şey yolundaydı, sonradan Demokrat Parti çıktı ve her şeyi mahvetti” diyerek gerçeği tersine çeviriorlar…

“Gelişme” diyorsunuz, ideolojik nutuklar atıyorlar…

“Aile” diyorsunuz, “Bir imza ile insanları bağlamak çağ dışılıktır” diyerek karşı çıkıyorlar…

“Gençlik” diyorsunuz, “imam hatipli olmasın” şartını dayatıyorlar…

Ben bu bilgisizlikten ve ilgisizlikten bıktım!..

Slogancılıktan gına getirdim!..

Yüzeysellikten yoruldum!..

Tekerleme dinlemekten usandım!

Topyekün gelin, ama biraz bir şeyler öğrendikten sonra gelin…



En iyisi cahillikle ilgili birkaç “özlü söz”ü alt alta yazmak…

Basma cahilin izine, gitme şeytanın sözüne (Ruhsati).

Bilgisiz kimse, savaş davuluna benzer, içi boş olduğu için sesi çok çıkar (Sadi).

Bilgisizlik kolay ve rahat elde edildiği için, çoğunluk bilgisizdir (La Bruyere).

Cahil insan kendi kendinin bile düşmanıdır; başkasına dost olması nasıl beklenir (Sokrates).

Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol (Mevlana).

Cehalet öyle binektir ki, üzerine binen zelil olur, arkadaşlık yapan yolunu kaybeder (Hz.Osman).

Hareket halindeki cehaletten daha korkunç hiçbir güç yoktur (Bernard Shaw).

Öğrenmek pahalıdır, ama cehalet ondan da pahalıdır (Henry Clausen).

Bu kadar.

Yavuz Bahadıroğlu - Yeni Akit

29 Haziran 2013

Bir ‘Barbaros’ Romanı

Efsaneler bazen denizden,
Bazen aşktan ve ateşten gelirler.
Aşktan ve ateşten ve denizden gelenler,
Bazen ışık olurlar ve bütün zamanı aydınlatırlar…
Efsane kurmak kadar, efsaneyi yazmak da efsaneye dâhildir.
Bir çağı haritalarda bulamazsınız.
Derine, insana ve tarihin denizlerine açılmak gerekir.
Girdaplarda yüksek idealler saklanabilir.

Bu kitapta
İstanbul, Gırnata, Madrid, Roma ve Akdeniz; aşk diliyle kuşatıldı.
Akdeniz, aşk kaleminin haritasıyla yeniden çizildi.
Kılıç kılıca, cevher çeliğe çarptı, varlık da yokluğa.
Ve hep bir yol vardı kalplerden denizlere.
Derin denizler, büyük aşklar için atlas olup dokundu.
İskender Pala, bir çağı ve o çağın efsanelerini dile döktü.
Barbaros Hayreddin Paşa’yı…
Sonra, bir gül sepeti getirdi.
Isırılmış üç elmayı anlattı.


Efsane /  İskender Pala

20 Haziran 2013

Dindara Ve Dine Yönelik Rezil Bir Saldırı



Yirmi günde, maskeler çıkar, saflar belirir, kimileri ‘fabrika ayarları’na döner ve kalblerinde maraz olanlar da kendilerini belli ederken; ben asıl işte bunu gördüm.

Sözümona ‘masum çevre duyarlılığı’ ile takdim edilen, faraza öyle olsa bile savunulamaz bir çapulculuğa, başbakana odaklanmış görünse de esasen dindara ve dine yönelik rezil bir saldırıya ve sefil bir darbe girişimine dönüştüğü halde ‘savunulan’ bu eylemlerin ‘taşıyıcısı’ durumundaki unsurlarda saklıydı bu ipuçları.
Şu çok açık: Bu ülke, ümmet ve bütün yerküre, iman-küfür mücadelesinde ‘postmodern’ bir dönemece girdi, giriyor.
Bundan böyle, bu mücadelede şer cephesi ‘kuvve-i şeheviye’ üzerinden bir saldırıya odaklanacak; imanla ve mü’minle olan mücadelesini nefis ve haz merkezli olarak yapacak; ve bunun için özellikle kadınlar ve gençler üzerine oynayacak... Mücadele çetin ve uzun süreli olacak; evlerimiz, eşlerimiz, çocuklarımız hedef alınacak...
Yirmi günlük yıkıcı şer taarruzunda eteklerdeki taşlar dökülürken, ben perde gerisinde işte bunu gördüm.

 

25 Mayıs 2013

Süt Taşınca Nasıl Değerlendirirsiniz :)




İki dakikalığına odadan çıktım sonra sütlacı taşırdım, çok seyrek de olsa oluyor işte. Taşıp israf olmasına temizliğinden daha çok üzülüyorum.
Geçenlerde taşan sütü süngere çekerken bahçedeki kedilerimize nasıl verebilirim diye düşünürken Rabbim aklıma getirdi Ekmekleri süte bandırmıştım.
Bugünde sütlaca bandırdım kedilerimizde afiyetle yediler.