Şimdi
o zamanlarda yaşamıyoruz. Önce büyüklerdeki güzel halleri yitirdik. Hal
gidince büyüklük kalmadı tabii. Zaten zaman öyle döndü, devran öyle
değişti ki artık büyüklüğün tarifi de farklı. Tevazu, teenni, itidal,
vakar, hasbilik, fedakârlık, muhabbet, emanet ve ahde vefa, tazim, hilm,
müsamaha, cömertlik, iffet, hayâ, sadakat gitti; yerini, egoizm, gurur,
kibir, büyüklenme, fırsatçılık, yağcılık, dalkavukluk, ferdiyetçilik,
övünme, hava atma, şatafat, lüks severlik gibi kötü sıfatlar aldı.
Artık
iltifat, bu sıfatlarla işini gören, köşeyi dönen, düşene bir tekme de
kendisi atan yeni tiplere. İşte adabı muaşeret kitaplara bu yüzden girdi
ya… Yaşanmayan, unutulmaya yüz tutmuş kuralları ancak kitaplarla
muhafaza edebilirsiniz.
Zaten “Adabı Muaşeret” kavramını artık kimse
kullanmıyor. Bu kavramın yeni ismi görgü kuralları oldu. İsmiyle
birlikte muhtevası de değişti tabii. Frenk diyarından ithal, bizimle
ilgisi olmayan bir hayat tarzını önceleyen kurallar dizisine dönüştü. Bu
kurallar bir arada yaşamanın edebini talim etmiyor, Frenk diyarından
ithal asri hayatların birbirine kartvizit oluyor. Adabı Muaşeretin
gerektirdiği hayat tarzını inkâr eden bahtsızlar bir arada yaşamanın
değil yekdiğerine üstünlük sağlamanın usturuplu yollarına görgü
diyorlar. Bunlar için kendisi gibi olmayan görgüsüz, olup da
küçümsedikleri ise sonradan görme…
Adabı
Muaşeretin yerini görgü kurallarına bırakmasının bir hayat tarzının
diğer hayat tarzına üstünlük sağlamasından daha fazla bir anlamı var.
Aslında ne olduysa varlık, zaman ve mekân algısının şirazesi kaydığı
için oldu. Neredeyse tüm doğrular yanlış, tüm yanlışlar doğru olarak
görülür oldu ki şaire;
Lügat, bir isim ver bana halimden;
Herkesin bildiği dilden bir isim!
Eski esvaplarım, tutun elimden;
Aynalar söyleyin bana, ben kimim?