“Ancak mürşid kapısından üflenen havanın yüzüme çarpmasiyledir ki, çözebildiğim bu sırra, o zamanlar alabildiğine uzak; sert ve dikenli bir benlik kabuğunda mahpus ve alabildiğine başıboş, genç, pek genç sanatkar…
Sanatı sanat için bildiği gibi, toprak üstü sürüngen yaşayışını da gerçek hayat sanan ve başını göğe kaldıramayan mağrur cüce…” Necip Fazıl K.
Beyin, kapatma düğmesi olmayan bir cihaz gibidir. 7 gün 24 saat çalışır. Ona yapacak bir iş vermezseniz kendi kendini yiyip bitirir. Çünkü hiç boş duramaz, sürekli çalışır. Çoğu kadın ve erkek bir çok psikolojik sorunlarını bu yüzden yaşarlar.
Beyinlerini başı boş bırakırlar, başı boş beyin ise sürekli olumsuz hatıraların acılı kucağını tercih etmektedir. Beyninize sahip çıkın ve ona bir iş verin. Beyin için en iyi iş onu pozitif kelimelerle beslemektir.
Sevdiğini başkasından kıskanan biri Sadî anlatıyordu:
'Henüz toy bir delikanlı idim. Şiraz’da bir kızı sevmiştim. O da bana ilgisiz değildi. Birkaç kez de buluşup konuştuk. Sonra araya ayrılık girdi. Ben gurbetlere gittim. On yıl onun aşkıyla coşup taştım, hasretiyle yanıp kavruldum.
Nihayet yurduma geri döndüğüm vakit ilk işim onu aramak oldu. Beni görür görmez başladı siteme:
“A Sadî! Meğer ne kadar vefasızmışsın!.. Bunca yıl geçti aradan, ne bir haber, ne bir mektup?!..”
Ona dedim ki:
Ey sevgisi kalbimde yer edinen selvi boylu!.. Senin yüzünü görme bahtiyarlığından ben mahrum iken, o şerefi postacıya mı bağışlasaydım?!..' s. 137-138
Teyze kızı tavşanlarını bize verdi bahçede beslemek daha kolay olur diye bende rahat rahat dolaşırlar diye ümit ediyordum maalesef öyle olmadı, kedimizden korktum, serbest bırakamıyorum :(
Neden Blogger yüklediğim videolar artık göstermez oldu bilemiyorum :(
Günümüzde İslâmiyet’in en büyük belâsı, onu dışından ve cepheden helâk etmeye yeltenenler değil. içinden ve özünden harap etmeye davrananlardır ve bu davranışları ve bir nevi onarma düzeltme ve yenileme sayanlar... “Reformcular” ismi altında topladığımız, 7-8 asır öncesindeki kuru ve nasipsiz akıl borazanına (İbni Teymiye’ye) mizaçları dayalı bir grup, birkaç asır sonra vehhâbilik’ten dolaşarak, nihayet Cemaleddin Efgani, Mısırlı Şeyh Abduh ve peşindekilerden bir bölük halinde öyle bir anlayış veya anlayışsızlık bataklığına uğramıştır ki, İslâmi, çökmek üzere olan bir binaya yapıldığı gibi, dışından payandalar ve kalaslarla tutmayı marifet bilmiş, böylece Ruhlarındaki gizli şüpheyi ve İslâma güvensizlik duygusunu açığa vurmuştur. Hâlbuki İslâm, dışından payandalar ve kalaslarla yıkılmaktan korunacak bir bina değil, Allah'ın ezelî ve ebedî yapısı olarak, asırlar boyunca üzerine kondurulan küf, pas, pürüz ve lekelerden temizlenip, olduğu gibi, bütün asliyet ve saffetiyle meydana çıkarılması lâzım, sonsuzluk sarayı...
İçten kırmak, eksiltmek, yontmak ve dıştan yapıştırmak, eklemek, yamamak... İşte, bugünkü varış noktalariyle, olanca tabiyeleri, reformcuların!..
Mehmed Akif'in — heyhat ki, o da kendini reformculara kaptıranlardandır — sandığı gibi:
«Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâmı...»
değil de, yine aynı vezinle:
«İslâm idrâkine söyletmeliyiz asrımızı...»
Bu gamızayı, bu nükteyi, bu sırrı, bu inceliği, bilhassa yeni nesillere, yeni gençliğe sindirdiğimiz gün doğacak olan büyük düşünce adamıdır ki, asrımızın gerçek kahramanı olacak; veya küfür, yahut küfürden beter bir dalâlet anlayışıyla sözde îman adına çalışmış sahte kahramanlardan ortalığı temizleyecektir.
Temenni edelim ki, bu eser, o düşünce adamına yol gösterici ve malzeme verici ilk teşhis ve tespitlerden biri olsun ve büyük zuhura basamak teşkil etsin... Necip Fazıl Kısakürek
Türk Kahvesi, Türkler tarafından keşfedilen kahve hazırlama ve pişirme metodunun adıdır. Özel bir tadı, köpüğü, kokusu, pişirilişi, ikramıyla kendine özgü bir kimliği ve geleneği vardır.
Önceleri Arap Yarımadası'nda kahve meyvesinin kaynatılması ile elde edilen içecek, bu yepyeni hazırlama ve pişirme metoduyla gerçek kahve lezzetine ve eşsiz hoş kokusuna kavuşmuştur. Kahve ile Türkler sayesinde tanışan Avrupa; uzun yıllar kahveyi, Türk kahvesi olarak bu yöntemle hazırlayıp tüketmiştir.
Brezilya ve Orta Amerika menşeli, arabica türü, yüksek kaliteli kahve çekirdeklerinden harmanlanan ve titizlikle kavrulan Türk Kahvesi, çok ince öğütülür. Bir cezve yardımıyla su ve isteğe göre şeker ilave edilerek pişirilir. Küçük fincanlarla servis yapılır. İçilmeden önce telvesinin dibe çökmesi için kısa bir süre beklenir.
Tarihi
1517 yılında Yemen Valisi Özdemir Paşa, lezzetine hayran kaldığı kahveyi İstanbul'a getirdi.
Türkler tarafından bulunan yepyeni hazırlama metodu sayesinde kahve, güğüm ve cezvelerde pişirilerek Türk Kahvesi adını aldı.
İlk olarak Tahtakale'de açılan ve tüm şehre hızla yayılan kahvehaneler sayesinde halk kahveyle tanıştı. Günün her saati kitap ve güzel yazıların okunduğu, satranç ve tavlanın oynandığı, şiir ve edebiyat sohbetlerinin yapıldığı kahvehaneler ve kahve kültürü dönemin sosyal hayatına damgasını vurdu.
Saray mutfağında ve evlerde yerini alan kahve, çok miktarda tüketilmeye başlandı. Çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulduktan sonra dibeklerde dövülerek cezvelerde pişirilmek suretiyle içiliyor ve en itibarlı dostlara büyük bir özenle ikram ediliyordu. Kısa sürede, gerek İstanbul'a yolu düşen tüccarlar ve seyyahlar gerekse Osmanlı elçileri sayesinde Türk Kahvesinin lezzeti ve ünü önce Avrupa'yı oradan da tüm dünyayı sardı.
“Ekmeğe hürmet ediniz. Çünkü ekmek semavat ve arzın bereketindendir. Kim sofrada düşen ekmek kırıntılarını yerse affolur.” Hadis-i Şerif
Ekmek sofralarımızın baş tacıdır. Ancak ne yazık ki ekmek denilince beyaz undan yapılan ekmek aklımıza gelmektedir. Halbuki ekmeğin hakikisi tam (elenmemiş, komple) undan yapılandır.
Tabiatın onlara verdiği ambalajdan çıkarılmış olan bu nişastalı (beyaz un) yiyecekler artık gerçek yiyecekler değildirler. Lif ve minerallerinin çoğu yok olduğundan bu gibi yiyecekler çok çabuk emilir ve kan dolaşımında glikoz dalgalanmalarına sebep olur. Böyle bir durumla başa çıkabilmek için pankreas daha hızlı ensülin salgılamaya başlar. Vücuttaki yağlar da pankreasın daha fazla ensülin salgılamasına yol açar. Rafine yiyecekler ve fazla vücut yağlarının pankreasa aşırı ensülin salgılaması için baskı yapması, zaman içinde diyabete neden olur. Rafine karbonhidratlar, beyaz un, tatlılar ve hatta kan dolaşımına çok çabuk girdiklerinden dolayı meyve suları, trigliseridi yükselterek, yatkınlığı olan kişilerde kalp krizi riskini artırabilirler
Rafine yiyeceklerin bağlantılı olduğu hastalıklar
-Ağız kanseri
-Mide kanseri
-Kolorektal kanser
-Bağırsak kanseri
-Göğüs kanseri
-Tiroid kanseri
-Solunum yolu kanseri
-Diyabet
-Safra kesesi hastalığı
-Kalp hastalığı
55 ve 69 yaş arasındaki 35 bin kadın üzerinde dokuz yıl boyunca sürdürülen yeni bir araştırmada, rafine tahıl yiyenlerde kalp hastalığından ölme riskinin üçte iki oranında arttığı bulunmuştur. On beş yaygın araştırmayı özetleyen bilim adamları, rafine tahıl ve rafine tatlılar içeren diyetlerin tutarlı bir şekilde mide ve kolon kanseri ile ilişkili olduğunu görmüşlerdir. En az on iki araştırmada da , az lifli diyetlerle göğüs kanseri arasında ilişki bulunmuştur. Çok fazla şeker ve rafine un içeren diyetler sadece kilo alınmasına sebep olmaz, erken ölüme de yol açar.
.............
İnsan vücudu düşünüldüğünde makarna gibi az lifli karbonhidratlar beyaz şeker kadar zararlıdır. Beyaz undan yapılan kesinlikle sağlıklı olmayan, zararlı bir yiyecektir.Bir çok kişi makarnayı sevdiklerini söyleyecektir. Aslında tam undan, hiç olmazsa kepekli undan yapılan makarna yeşil sebze, soğan, mantar ve domates içeren bir şekilde pişirilirse afiyetle yiyebilirsiniz.
Şimdi hep beraber düşünelim,
Dünya kamuoyuna şöyle bir haber düştüğünü farzedelim.
Somali açıklarında , korsanlar tarafından uluslar arası sularda hareket eden gemilere saldırı olmuştur.Gemilerde bulunan yolcular canlarını korumak için gemilerde buldukları tahta parçalarıyla sandalyelerle hiçbirşey bulamayanlar silahlı korsanlara karşı elleriyle karşı koymuşlardır.
Çıkan çatışmalarda çok sayıda ölü ve yaralı haberleri gelmektedir.
Alınan bilgilere göre gemiler korsanlar tarafında ele geçirilmiş mürettebatlar ve yükleriyle beraber korsanlar tarafından kontrol edilen bir limana götürülmektedirler.
Gemilerdeki yolculardan hiçbir haber alınamamaktadır.
Hakikat Somalili korsanlar bu işi yapmış olsalardı
Dünya yerinden oynamış Nato gemileri çoktan müdahale etmişlerdi.
Şimdi kendimizi o gemilerde bulunan insanların yerine koyup empati yapalım.
Uluslar arası sularda hareket halindeyken birden etrafınız hücumbotlarla Zodyaklarla,helikopterlerl
e çevrilse geminize ateş açılsa ve geminize silahlı korsanlar girse ne yaparsınız.
Düşünün gemide eşiniz var çocuklarınız var arkadaşlarınız var yaşlı dostlarınız var.
Hiç şüphesiz gelenleri kaptan köprüsünde çay içmeye davet etmezsiniz.
Ve dünyanın hangi milletinden olursanız olun dünyadaki hangi dine inanırsanız inanın ,dünyanın hangi ülkesine giderseniz gidin
Bir gerçekle karşılaşırsınız.
Dünyanın her yerinde Her erkek ailesi ve sevdikleri için ölümü göze alır
ve evine giren hırsıza karşı isterse hırsızın elinde dünyanın en iyi silahı olsun ve kendisi silahsız olsun ailesini ve sevdiklerini ölümüne savunur.
Dünyanın hiçbir ülkesinde hiç kimse evine giren eli silahlı hırsıza çay ikram etmez.
İsrail dünya halklarıyla bir halkla ilişkiler savaşına girmiştir ve beyhude yere halkını utandırmaktadır.
Halkını dünya milletleri nezdinde utandırmaktadır çünkü devlet terörünü milli siyaset haline getirmiş olan İsrail devletinin siyasi arenada zaten bir itibarı kalmamıştır.
İsrail devletinin yüzündeki güzel kadın maskesi çoktan düşmüştür.
İsrail’den kara mizah olarak değerlendirilebilecek çok komik bir açıklama yapıldı.Bir masa ve üzerinde gemide ele geçirilmiş silahlar :
silahlar olarak kırık sopalar , tahta parçaları kırık sandalye parçaları ....
Tahta parçalarına karşı savaş gemileri silahlı komando timleri ve koskoca bir ordu.
Bu bir akıl tutulması değildir de nedir
Ailelerini ve sevdiklerini böylesi bir silahlı güce karşı çıplak elle ve bulabildikleri tahta parçalıyla ölümüne savunan dünya halklarının onurlu insanları insanlığın yüzakıdır onur tablosudur.
Gemilerde bulunan tüm aktivistler tüm dünyanın kahraman evlatları olarak tarihe malolmuşlardır.
Tüm dünya halklarına soruyoruz.
Okul çocukları için kalem defter, küçük bebekler için mama ,bombaların yıktığı evler için inşaat malzemesi, ilaç eksikliğinde ölen hastalar için tıbbi malzeme , onbinlerce savaş maduru çocuğu sevindirmek için şeker ve çikolata taşıyan gemilere saldırmak hangi çılgın vicdanın işi olabilir.
Bu abluka nasıl bir mantığın ve nasıl bir insanlık yaklaşımının ürünüdür.
Dünya barışı büyük bir tehlike altındadır.
İnsanlığın vicdanı çok büyük bir yara almıştır.
Ve tüm dünya halklarına bir mesajımız var
İnsanca yaşama ümidini ,
Barışı ve kardeşliği
En Önemlisi insan neslini yaşatabileceğimiz evrende dünyadan başka bir gezegen henüz keşfedilmemiştir.
Bu dünya iyi insanların dünyasıdır ve iyi insanların dünyası olarak kalmak zorundadır.
Komşumuz iki yavru kedi getirmiş, analarını köpek boğmuş. Balkonda zor oluyor siz bahçenize alır mısınız demişti.Bizde aldık ama onlara kıyamadım, çok küçükler biraz bizim balkonda büyüsünler, yoksa diğer kediler zarar verir diye korkuyorum.
GİMDES’in ihracata dönük sertifika çalışmaları devam ediyor. Daha önce bildirilen Firma ve ürünlerinden sonra yeni eklenenlerle birlikte toplam 28 Firmanın belirtilen ürünlerine sertifika verilmiş bulunmaktadır. GİMDES’ten bildirildiğine göre, halen 12 Firmanın Denetleme çalışmaları devam etmekte, 30 Firmanın müracaatı ise incelenmektedir.
Diğer yandan GİMDES yönetiminin, 2010 Ekiminde Türkiye’de gerçekleştirilecek olan WHC (Dünya Helal Konseyi)’nin Kongre hazırlıklarını yoğun bir şekilde sürdürdüğü haber verilmektedir. Kongre boyunca yapılması düşünülen HELAL GIDA FUARI’nı CNR Fuarcılık Firması, 30 Eylül-03 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirmek üzere çalışmalarına başlamış bulunmaktadır.
Fuarda, uluslararası akreditasyona sahip Helal Sertifika Kurumlarından halen geçerli şartlarda sertifikası olan, dünyadaki tüm gıda, kozmetik, temizlik ve sağlık ürünü üreten firmalar ve helal finans kurumları kendilerini Global dünyaya tanıtma imkânı bulacaktır.