“Bizse maziden koptuk, istikbale bağlanamadık. Türkiye bütün kütüphaneleri yakılan, bütün mazisi imha edilen, 600 yılı cerrahi bir ameliyatla içtimaî uzviyetinden koparılıp atılan bedbaht bir ülke. Oysa milletin ana vasfı devamlılık... Türk milleti... Hangi millet? Bu millet 10 senede bir değişen hafızasız nesiller amalgamı..." Cemil Meriç
8 Ocak 2012
Ağaç köküyle yaşar, insan da öyle…
“Bizse maziden koptuk, istikbale bağlanamadık. Türkiye bütün kütüphaneleri yakılan, bütün mazisi imha edilen, 600 yılı cerrahi bir ameliyatla içtimaî uzviyetinden koparılıp atılan bedbaht bir ülke. Oysa milletin ana vasfı devamlılık... Türk milleti... Hangi millet? Bu millet 10 senede bir değişen hafızasız nesiller amalgamı..." Cemil Meriç
20 Aralık 2011
Pabucu Dama Atılmak
Pabucu Dama Atılmak
Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat,
ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın,
malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir
önlem alınmıştı.
Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz
diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı
dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu.
Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına
atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı
tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi
kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.
17 Kasım 2011
Ne yaptıysak onunla gideceğiz

Vakti saati gelince her ölümlü gibi o zengin de vefat eder. Cenazesi yıkandıktan sonra, oğulları İki eski çorabı alıp getirirler ve
"Hocam, babamızın vasiyeti var, şu eski çorapları, babamızın ayaklarına giydireceğiz." derler. Cenazeyi yıkayan hocaefendi, bu istekleri kabul etmez. Israrlarını da reddeder. Bu sefer müftüye çıkarlar. O da, "Dinimizde böyle bir şey olmaz." diyerek kesip atar.
Onlar da ister istemez, babalarının bu önemli vasiyetinden vazgeçmek zorunda kalırlar. Cenazeyi kabre defnedip evlerine dönünce komşularından birisi, elinde bir mektupla gelir ve "Babanız, vefatından önce bana böyle bir mektup vermiş." ve
"Bunu oğullarım benim cenazemi gömüp eve dönünce kendilerine verirsin, demişti." der. Oğullar, merakla babalarının mektubunu açar ve başlarlar: "Evlâtlarım, işte gördünüz ki o kadar zenginliğime rağmen dünyadan, bir çift eski çorabımı bile kabrime götüremedim. Kefenin cebi yok.
14 Kasım 2011
31 Ekim 2011
Gölge Avlayan Avcı

“Dünyâya gönül verenler, tıpkı gölge avlayan avcıya benzerler. Gölge nasıl onların malı olabilir? Nitekim budala bir avcı, kuşun gölgesini kuş zannetti de onu yakalamak istedi. Fakat dalın üzerindeki kuş bile bu ahmağa şaştı kaldı.”
Aslında bir gölgeden ibâret olan dünyayı hedef almak ve gölgeleri aslî zannetmek, insanın, bütün gayret ve himmetini zıll-ı zevâl denilen, yani kaybolmaya mahkûm gölgeler üzerinde yoğunlaştırması, akıl ve iz’ân kârı mıdır?!. İşte bu hâl, gölgeleri avlamakla kendini avutan gâfil avcıya benzemek demektir ki, insanın eline nedâmet ve hüsrandan başka bir şey geçmez.
En büyük nedâmet sebeplerinin başında “zaman”ın boşa harcanması gelir. Ölümü bilen, fânî dünya lezzetlerine, yolculuğunu bilen de dünya misafirhânesindeki fânî oyuncaklara aldanmaz! Çünkü eşyâ, ondan ayrılmayacak bir sûrette dünya misafirhânesine âittir. Bütün fânî nîmetler, bir kişide toplansa ve o, huzur ve saadet içinde bin yıl yaşasa ne fayda!… Sonunda gideceği yer, bu kara toprağın altı, bu yağız yerin bir çukuru değil midir?
Yâ Rabbi!..
Bizi, fânî “vakitlerimiz tükenmeden”, “ömür güneşimiz batmadan” intibaha gelenlerden eyle ki, dünyaya dalıp da kendisini bir bardak suda helâk edenlerin pişmanlık dolu âkıbetlerine düşmeyelim!..
Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbim! Hayatımızı ve ölümümüzü sâlih kullarına lutfettiğin bereket, nîmet, ulvî güzellikler ve sana vuslat ile müzeyyen ve mükerrem kıl!..
Âmin.
İnsan Denilen Muammâ s.91
26 Eylül 2011
Osmanlı Esnafı

Bir tacir böylesine , adeta konuksever bir ev sahibi gibi muamele ederdi. Müşteriye evvela bir kahve ısmarlar , sonra bir sigara ikram eder. Ve hal ve mevkie münasip konuşmaya girişir. Kahve ve sigara içtikten sonra konu yavaş yavaş alış veriş meselesine çevrilir. Eğer birden bire bu meseleye girilirse , hürmetsizlik ve terbiyesizlik sayılırdı.
Dükkâncı , müşteriye , neden sonra ne satın almak arzu ettiği takdirde gayet nazik bir ifade tarzı ile sorar. Ve alınacak şeyin nevi ve cinsine göre konuşulmasını müteakip , müşterinin fiyatı soruşu üzerine satıcı , yine nezaketten: “Zatı alileri her ne münasip görürseniz , onu verirsiniz , hiç vermezseniz de hediye makamında kabul buyurursanız bence büyük bir şereftir” derdi.
13 Eylül 2011
Misafir

Her gün cenâze sahnelerini seyrettiği hâlde ölümü kendine uzak görür. Kendisini, kaybetmesi her ân muhtemel olan fânî emânetlerin dâimî sahibi sanır.
Hâlbuki insan, ruhuna cesed giydirilerek bir kapıdan dünyaya dâhil edildiğinde, artık bir ölüm yolcusu demektir. O yolun bir hazırlık mekânına girmiştir de, bunu hiç hatırına getirmez.
Bir gün gelir, ruh cesedden soyundurulur. Âhiret kapısı olan kabirde diğer bir büyük yolculuğa uğurlanır.
Düşünülmelidir ki, ne dünyâda ölümden kaçacak bir zaman ve mekân, ne kabirde tekrar geriye dönecek bir imkân, ne de kıyâmetin şiddetinden sığınacak bir barınak vardır.
İnsan Denilen Muammâ s.89
20 Ağustos 2011
Kendine gel! Akşam oldu

19 Ağustos 2011
Takva

18 Ağustos 2011
Gaflet
Ölüm, bu kadar yakın ve herkes için muhakkak vâkî olacak bir hakîkat iken insanoğlunun, sanki bu dünyada ebedî kalacakmış gibi beyhûde meşgalelerle ömür sermâyesini tüketmesi ne acâyip bir hâldir?!. İnsanların bu gafletlerini Süfyân-ı Sevrî -kuddîse sirruh- şöyle bir misâlle ifâde etmektedir:
“Eğer bir yere toplanmış bir kalabalığa tellâl:
“–Bugün akşama kadar yaşayacağım, diyen ayağa kalksın!” diye ilân etse, bir tek kişi ayağa kalkmaz. Şaşılacak şeydir ki, bu hakîkate rağmen, bütün halka:
“–Her kim ölüme hazırlık yapmış ise, ayağa kalksın!” diye ilân edilse, yine bir tek kişi yerinden kalkamaz!…”
İnsan Denilen Muammâ s.85
15 Ağustos 2011
Kusursuz Bir Evlât

“Câhillerin sonunda göreceği şeyi, akıllı anne-babalar önceden görür.”
Bu yüzden çocukların maddî ihtiyaç ve istekleri karşılandığı gibi mânevî ihtiyaçlarının da giderilmesi zarûrîdir. Anne-baba, Allâh’ın kendilerine vermiş olduğu bu büyük nimeti heder etmeden, çocuklarını Cenâb-ı Hakk’ın râzı olacağı bir şekilde büyütmelidirler. Aksi takdirde, bu, kendileri için hesâbını ödeyemeyecekleri ağır bir âhiret vebâli hâline gelecektir.
Ama evlâdımızı eğitirken öncelikle şunu da bilmeliyiz: “Eğer kusursuz bir evlât istiyorsak; kusursuz bir anne-baba olmak mecbûriyetindeyiz.”
İnsan Denilen Muammâ
Kitabından s.60
11 Ağustos 2011
Fırında Karışık Kızartma
29 Haziran 2011
Şafak ile Karakız
Dut ağazcın yapraklarını yerken ....
En çok sevdikleri dut, elma, üzüm , erik yaprakları ...
28 Haziran 2011
Kilo Vermek Zehirler mi?

28 Mayıs 2011
2 Mayıs 2011
İlk Lalelerim
8 Şubat 2011
24 Ocak 2011
16 Ocak 2011
6 Ocak 2011
Bilen de Bilmeyen de Konuşuyor
Tarihle ilgili bir şeyler söz konusu olduğunda siyasetçi konuşur, gazeteci konuşur, televizyoncu konuşur vs. Bir Allah kulunun aklına da bu işin profesörleri bulup konuşturmak gelmez.
Tarih deyince her zaman revaçta olan konulardan bir tanesi de Osmanlı ve haremidir.