19 Ağustos 2011

Takva


Hazret-i Ömer, bir gün Übey bin Kâ’b -radıyallâhu anh-’a takvânın ne olduğunu sormuştu. Übey -radıyallâhu anh- ona:
“–Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü ey Ömer?” dedi.
Hazret-i Ömer:
“–Evet, yürüdüm.” karşılığını verince bu sefer:
“–Peki, ne yaptın?” diye sordu.
Hazret-i Ömer de:
“–Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün gücümü sarf ettim.” cevâbını verdi.
Bunun üzerine Übey bin Kâ’b şöyle dedi:
“–İşte takvâ budur.” (İbn-i Kesîr, Tefsîr, I, 42)
Takvâ, insanın kendi fânîliğini unutmamasıdır. Zira ham nefsin mayasında fânîliğe isyan vardır. O nefis, sonsuzluğun seyyâhı olmak ister. Dünyadaki fânî hayatın kabına sığamaz. Ebedîliğin hasretiyle fânilikten kaçış hâlindedir. Bu yüzden fânîliği hatırlatan ölüm, nefsin gözünde korkunç hâle gelir. Aklın ve kalbin icabı ise, kuru bir ölüm korkusu yerine, nefsânî arzuları bertaraf edip amel-i sâlihlerde bulunarak ölümü güzelleştirmektir.
İnsan Denilen Muammâ s.99

Hiç yorum yok: