Efsaneler bazen denizden,
Bazen aşktan ve ateşten gelirler.
Aşktan ve ateşten ve denizden gelenler,
Bazen ışık olurlar ve bütün zamanı aydınlatırlar…
Efsane kurmak kadar, efsaneyi yazmak da efsaneye dâhildir.
Bir çağı haritalarda bulamazsınız.
Derine, insana ve tarihin denizlerine açılmak gerekir.
Girdaplarda yüksek idealler saklanabilir.
Bu kitapta
İstanbul, Gırnata, Madrid, Roma ve Akdeniz; aşk diliyle kuşatıldı.
Akdeniz, aşk kaleminin haritasıyla yeniden çizildi.
Kılıç kılıca, cevher çeliğe çarptı, varlık da yokluğa.
Ve hep bir yol vardı kalplerden denizlere.
Derin denizler, büyük aşklar için atlas olup dokundu.
İskender Pala, bir çağı ve o çağın efsanelerini dile döktü.
Barbaros Hayreddin Paşa’yı…
Sonra, bir gül sepeti getirdi.
Isırılmış üç elmayı anlattı.
Efsane / İskender Pala
29 Haziran 2013
20 Haziran 2013
Dindara Ve Dine Yönelik Rezil Bir Saldırı
Yirmi
günde, maskeler çıkar, saflar belirir, kimileri ‘fabrika ayarları’na döner ve
kalblerinde maraz olanlar da kendilerini belli ederken; ben asıl işte bunu
gördüm.
Sözümona
‘masum çevre duyarlılığı’ ile takdim edilen, faraza öyle olsa bile savunulamaz
bir çapulculuğa, başbakana odaklanmış görünse de esasen dindara ve dine yönelik
rezil bir saldırıya ve sefil bir darbe girişimine dönüştüğü halde ‘savunulan’
bu eylemlerin ‘taşıyıcısı’ durumundaki unsurlarda saklıydı bu ipuçları.
Şu çok açık: Bu ülke,
ümmet ve bütün yerküre, iman-küfür mücadelesinde ‘postmodern’ bir dönemece
girdi, giriyor.
Bundan böyle, bu
mücadelede şer cephesi ‘kuvve-i şeheviye’ üzerinden bir saldırıya odaklanacak;
imanla ve mü’minle olan mücadelesini nefis ve haz merkezli olarak yapacak; ve
bunun için özellikle kadınlar ve gençler üzerine oynayacak... Mücadele çetin ve
uzun süreli olacak; evlerimiz, eşlerimiz, çocuklarımız hedef alınacak...
Yirmi günlük yıkıcı
şer taarruzunda eteklerdeki taşlar dökülürken, ben perde gerisinde işte bunu
gördüm.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)