29 Haziran 2013

Bir ‘Barbaros’ Romanı

Efsaneler bazen denizden,
Bazen aşktan ve ateşten gelirler.
Aşktan ve ateşten ve denizden gelenler,
Bazen ışık olurlar ve bütün zamanı aydınlatırlar…
Efsane kurmak kadar, efsaneyi yazmak da efsaneye dâhildir.
Bir çağı haritalarda bulamazsınız.
Derine, insana ve tarihin denizlerine açılmak gerekir.
Girdaplarda yüksek idealler saklanabilir.

Bu kitapta
İstanbul, Gırnata, Madrid, Roma ve Akdeniz; aşk diliyle kuşatıldı.
Akdeniz, aşk kaleminin haritasıyla yeniden çizildi.
Kılıç kılıca, cevher çeliğe çarptı, varlık da yokluğa.
Ve hep bir yol vardı kalplerden denizlere.
Derin denizler, büyük aşklar için atlas olup dokundu.
İskender Pala, bir çağı ve o çağın efsanelerini dile döktü.
Barbaros Hayreddin Paşa’yı…
Sonra, bir gül sepeti getirdi.
Isırılmış üç elmayı anlattı.


Efsane /  İskender Pala

20 Haziran 2013

Dindara Ve Dine Yönelik Rezil Bir Saldırı



Yirmi günde, maskeler çıkar, saflar belirir, kimileri ‘fabrika ayarları’na döner ve kalblerinde maraz olanlar da kendilerini belli ederken; ben asıl işte bunu gördüm.

Sözümona ‘masum çevre duyarlılığı’ ile takdim edilen, faraza öyle olsa bile savunulamaz bir çapulculuğa, başbakana odaklanmış görünse de esasen dindara ve dine yönelik rezil bir saldırıya ve sefil bir darbe girişimine dönüştüğü halde ‘savunulan’ bu eylemlerin ‘taşıyıcısı’ durumundaki unsurlarda saklıydı bu ipuçları.
Şu çok açık: Bu ülke, ümmet ve bütün yerküre, iman-küfür mücadelesinde ‘postmodern’ bir dönemece girdi, giriyor.
Bundan böyle, bu mücadelede şer cephesi ‘kuvve-i şeheviye’ üzerinden bir saldırıya odaklanacak; imanla ve mü’minle olan mücadelesini nefis ve haz merkezli olarak yapacak; ve bunun için özellikle kadınlar ve gençler üzerine oynayacak... Mücadele çetin ve uzun süreli olacak; evlerimiz, eşlerimiz, çocuklarımız hedef alınacak...
Yirmi günlük yıkıcı şer taarruzunda eteklerdeki taşlar dökülürken, ben perde gerisinde işte bunu gördüm.