20 Aralık 2011

Pabucu Dama Atılmak

Pabucu Dama Atılmak

Osmanlı döneminde esnaf ve sanatkarların bağlı bulunduğu teşkilat, ticaretin yanında sosyal hayatı da düzene sokuyordu. Kusurlu malın, malzemeden çalmanın ve kalitesiz işin önüne geçmek için de ilginç bir önlem alınmıştı.
Bir ayakkabı aldınız veya tamir ettirdiniz diyelim. Ama kusurlu çıktı. Böyle durumlarda heyet şikayeti ve sanatkarı dinliyor. Eğer şikayet eden gerçekten haklıysa, o ayakkabıların bedeli şikayetçiye ödeniyordu.
Ayakkabılar da ibret-i alem olsun diye ayakkabıyı imal edenin çatısına atılıyordu. Gelen geçen de buna bakıp kimin iyi, kimin kötü ayakkabı tamir ettiğini biliyordu. Böylece pabuçları dama atılan ayakkabıcı maddi kazançtan da oluyor ve gerçekten pabucu dama atılmış oluyordu.

17 Kasım 2011

Ne yaptıysak onunla gideceğiz


Vakti saati gelince her ölümlü gibi o zengin de vefat eder. Cenazesi yıkandıktan sonra, oğulları İki eski çorabı alıp getirirler ve

"Hocam, babamızın vasiyeti var, şu eski çorapları, babamızın ayaklarına giydireceğiz." derler. Cenazeyi yıkayan hocaefendi, bu istekleri kabul etmez. Israrlarını da reddeder. Bu sefer müftüye çıkarlar. O da, "Dinimizde böyle bir şey olmaz." diyerek kesip atar.

Onlar da ister istemez, babalarının bu önemli vasiyetinden vazgeçmek zorunda kalırlar. Cenazeyi kabre defnedip evlerine dönünce komşularından birisi, elinde bir mektupla gelir ve "Babanız, vefatından önce bana böyle bir mektup vermiş." ve

"Bunu oğullarım benim cenazemi gömüp eve dönünce kendilerine verirsin, demişti." der. Oğullar, merakla babalarının mektubunu açar ve başlarlar: "Evlâtlarım, işte gördünüz ki o kadar zenginliğime rağmen dünyadan, bir çift eski çorabımı bile kabrime götüremedim. Kefenin cebi yok.

Alıntı

31 Ekim 2011

Gölge Avlayan Avcı


“Dünyâya gönül verenler, tıpkı gölge avlayan avcıya benzerler. Gölge nasıl onların malı olabilir? Nitekim budala bir avcı, kuşun gölgesini kuş zannetti de onu yakalamak istedi. Fakat dalın üzerindeki kuş bile bu ahmağa şaştı kaldı.”
Aslında bir gölgeden ibâret olan dünyayı hedef almak ve gölgeleri aslî zannetmek, insanın, bütün gayret ve himmetini zıll-ı zevâl denilen, yani kaybolmaya mahkûm gölgeler üzerinde yoğunlaştırması, akıl ve iz’ân kârı mıdır?!. İşte bu hâl, gölgeleri avlamakla kendini avutan gâfil avcıya benzemek demektir ki, insanın eline nedâmet ve hüsrandan başka bir şey geçmez.



En büyük nedâmet sebeplerinin başında “zaman”ın boşa harcanması gelir. Ölümü bilen, fânî dünya lezzetlerine, yolculuğunu bilen de dünya misafirhânesindeki fânî oyuncaklara aldanmaz! Çünkü eşyâ, ondan ayrılmayacak bir sûrette dünya misafirhânesine âittir. Bütün fânî nîmetler, bir kişide toplansa ve o, huzur ve saadet içinde bin yıl yaşasa ne fayda!… Sonunda gideceği yer, bu kara toprağın altı, bu yağız yerin bir çukuru değil midir?
Yâ Rabbi!..
Bizi, fânî “vakitlerimiz tükenmeden”, “ömür güneşimiz batmadan” intibaha gelenlerden eyle ki, dünyaya dalıp da kendisini bir bardak suda helâk edenlerin pişmanlık dolu âkıbetlerine düşmeyelim!..
Ey merhametlilerin en merhametlisi olan Rabbim! Hayatımızı ve ölümümüzü sâlih kullarına lutfettiğin bereket, nîmet, ulvî güzellikler ve sana vuslat ile müzeyyen ve mükerrem kıl!..
Âmin.


İnsan Denilen Muammâ s.91

26 Eylül 2011

Osmanlı Esnafı



Ahilik ahlâkıyla yetişen Osmanlı esnafını bakınız İngiliz Senceri gazetesi nasıl anlatmaktadır.
"Osmanlı memleketlerinde dükkâncılık ve satıcılık tarz ve usulü kadar güzel usul hiçbir yerde bulunmaz. Sivas pazarına gittiğimiz zaman bu adet nazarımızda bütün bütün tecelli etti. Pazara gelen müşteri ayaküstü durup , teşhir edilen malları gözden geçirir. Tüccar veya dükkâncı ise , diz çökmüş veya bağdaş kurmuş bir halde bulunur. Eğer müşteri itibara değer kimselerden ise , dükkâncının yanına çıkar oturur.
Bir tacir böylesine , adeta konuksever bir ev sahibi gibi muamele ederdi. Müşteriye evvela bir kahve ısmarlar , sonra bir sigara ikram eder. Ve hal ve mevkie münasip konuşmaya girişir. Kahve ve sigara içtikten sonra konu yavaş yavaş alış veriş meselesine çevrilir. Eğer birden bire bu meseleye girilirse , hürmetsizlik ve terbiyesizlik sayılırdı.
Dükkâncı , müşteriye , neden sonra ne satın almak arzu ettiği takdirde gayet nazik bir ifade tarzı ile sorar. Ve alınacak şeyin nevi ve cinsine göre konuşulmasını müteakip , müşterinin fiyatı soruşu üzerine satıcı , yine nezaketten: “Zatı alileri her ne münasip görürseniz , onu verirsiniz , hiç vermezseniz de hediye makamında kabul buyurursanız bence büyük bir şereftir” derdi.
Böyle nezaketli alışveriş hiçbir yerde görülmezdi.

13 Eylül 2011

Misafir

İnsan ne tuhaftır ki, bir-iki günlük misafir olarak bulunduğu bu dünyada kendini aldatır.
Her gün cenâze sahnelerini seyrettiği hâlde ölümü kendine uzak görür. Kendisini, kaybetmesi her ân muhtemel olan fânî emânetlerin dâimî sahibi sanır.
Hâlbuki insan, ruhuna cesed giydirilerek bir kapıdan dünyaya dâhil edildiğinde, artık bir ölüm yolcusu demektir. O yolun bir hazırlık mekânına girmiştir de, bunu hiç hatırına getirmez.
Bir gün gelir, ruh cesedden soyundurulur. Âhiret kapısı olan kabirde diğer bir büyük yolculuğa uğurlanır.

Düşünülmelidir ki, ne dünyâda ölümden kaçacak bir zaman ve mekân, ne kabirde tekrar geriye dönecek bir imkân, ne de kıyâmetin şiddetinden sığınacak bir barınak vardır.


İnsan Denilen Muammâ s.89

20 Ağustos 2011

Kendine gel! Akşam oldu


Mevlânâ Hazretleri de, ölümün eşiğinde yaşayan, buna rağmen günlerini; hem dünyâ ve hem de âhirette fayda vermeyecek boş işlerle hebâ eden insana şöyle seslenmektedir:
“Kendine gel ey yolcu! Kendine gel! Akşam oldu; ömür güneşi batmak üzere…
Gücün kuvvetin varken; şu iki günceğizde olsun cömertlikte bulun, iyi işler yap…
Elde kalan bu kadarcık tohumu, yani ömrünün geriye kalan son sene­lerini iyi ek, iyi harca da; şu iki nefeslik şu fânî dünyadan sonsuz bir cennet ömrü elde edesin… Çok kıymetli olan bu ömür kandili sönmeden aklını başına al da, fitilini düzelt, çabucak yağını koy, yani hayr u hasenât yaparak son günlerini amel-i sâlih ve ibadetle geçir, gönül kandilini uyandır.
Aklını başına al da; bu işi yarına bırakma. Nice yarınlar geldi geçti. Hemen tövbe ve istiğfar ile işe başla ki, ekin mevsimi, iyilik günleri büs­bütün geçmesin.
Öğüdümü dinle, nefis güçlü bir bağdır. Bizi iyilikten alıkoyar. Hak yolunda sana engel olur. Yenileşmek, kendini tamir etmek istiyorsan, eskiyi çıkar at; bedene ait isteklerden vazgeç; rûhânî zevkleri, mânevî he­yecan ve lezzetleri ara.
Dedikodulardan, mânâsız söz ve gevezelikten dilini tut. Paran varsa, onları yoksullara vermek için avucunu aç. Nefsin hodgâmlığından vazgeç, cömertlik ve diğergâmlığı ortaya koy.”
Mâdemki, her fânînin meçhûl bir zaman ve mekânda Azrâil’le karşılaşacağı muhakkaktır ve ölümden kaçılacak hiçbir yer yoktur; o hâlde insan:
(Vakit kaybetmeden) Allâh’a koşun…” (Zâriyât, 50) sırrından nasib alarak rahmet-i ilâhiyyeyi yegâne sığınak edinmelidir.

İnsan Denilen Muammâ s.85

19 Ağustos 2011

Takva


Hazret-i Ömer, bir gün Übey bin Kâ’b -radıyallâhu anh-’a takvânın ne olduğunu sormuştu. Übey -radıyallâhu anh- ona:
“–Sen hiç dikenli bir yolda yürüdün mü ey Ömer?” dedi.
Hazret-i Ömer:
“–Evet, yürüdüm.” karşılığını verince bu sefer:
“–Peki, ne yaptın?” diye sordu.
Hazret-i Ömer de:
“–Elbisemi topladım ve dikenlerin bana zarar vermemesi için bütün gücümü sarf ettim.” cevâbını verdi.
Bunun üzerine Übey bin Kâ’b şöyle dedi:
“–İşte takvâ budur.” (İbn-i Kesîr, Tefsîr, I, 42)
Takvâ, insanın kendi fânîliğini unutmamasıdır. Zira ham nefsin mayasında fânîliğe isyan vardır. O nefis, sonsuzluğun seyyâhı olmak ister. Dünyadaki fânî hayatın kabına sığamaz. Ebedîliğin hasretiyle fânilikten kaçış hâlindedir. Bu yüzden fânîliği hatırlatan ölüm, nefsin gözünde korkunç hâle gelir. Aklın ve kalbin icabı ise, kuru bir ölüm korkusu yerine, nefsânî arzuları bertaraf edip amel-i sâlihlerde bulunarak ölümü güzelleştirmektir.
İnsan Denilen Muammâ s.99

18 Ağustos 2011

Gaflet



Ölüm, bu kadar yakın ve herkes için muhakkak vâkî olacak bir hakîkat iken insanoğlunun, sanki bu dünyada ebedî kalacakmış gibi beyhûde meşgalelerle ömür sermâyesini tüketmesi ne acâyip bir hâldir?!. İnsanların bu gafletlerini Süfyân-ı Sevrî -kuddîse sirruh- şöyle bir misâlle ifâde etmektedir:

“Eğer bir yere toplanmış bir kalabalığa tellâl:

“–Bugün akşama kadar yaşayacağım, diyen ayağa kalksın!” diye ilân etse, bir tek kişi ayağa kalkmaz. Şaşılacak şeydir ki, bu hakîkate rağmen, bütün halka:

“–Her kim ölüme hazırlık yapmış ise, ayağa kalksın!” diye ilân edilse, yine bir tek kişi yerinden kalkamaz!…”


İnsan Denilen Muammâ s.85

15 Ağustos 2011

Kusursuz Bir Evlât



“Câhillerin sonunda göreceği şeyi, akıllı anne-babalar önceden görür.”
Bu yüzden çocukların maddî ihtiyaç ve istekleri karşılandığı gibi mânevî ihtiyaçlarının da giderilmesi zarûrîdir. Anne-baba, Allâh’ın kendilerine vermiş olduğu bu büyük nimeti heder etmeden, çocuklarını Cenâb-ı Hakk’ın râzı olacağı bir şekilde büyütmelidirler. Aksi takdirde, bu, kendileri için hesâbını ödeyemeyecekleri ağır bir âhiret vebâli hâline gelecektir.
Ama evlâdımızı eğitirken öncelikle şunu da bilmeliyiz: “Eğer kusursuz bir evlât istiyorsak; kusursuz bir anne-baba olmak mecbûriyetindeyiz.”
İnsan Denilen Muammâ
Kitabından s.60

11 Ağustos 2011

Fırında Karışık Kızartma



Fırında Karışık Kızartma




2 Büyük Patlıcan
3 Büyük Patates
2-3 Salçalık Biber
5-6 Sivri Biber
2 Büyük Domates
1 Su Bardağı Zeytinyağı
Tuz

29 Haziran 2011

Şafak ile Karakız



Dut ağazcın yapraklarını yerken ....


En çok sevdikleri dut, elma, üzüm , erik yaprakları ...






28 Haziran 2011

Kilo Vermek Zehirler mi?

Yeni bir araştırmaya göre kilo vermek sizin için zararlı olabilir ve ne kadar uzun süre kilo kaybederseniz o kadar kötüye gidebilir.
Uluslar arası bir bilimadamı ekibi yağlarda depolanan toksik kirleticilerin yağların dağılmasıyla kan dolaşımına karıştığını buldular.

Amaç kesinlikle sadece kilo vermek olmamalı. Hatta kilo vermek bir amaç olmaktan çıkmalı. Esas amaç sağlıklı olmaktır. Sağlıklı olmak içinse ilk önce yapılan beslenme hatalarından, kullanılan yanlış maddelerden ve yanlış hayat tarzından uzaklaşmak gerekir.
…..
Kilo vermekte olanlar ise araştırmada bilim adamlarının yeni farkettiği gerçekten zarar görmemek için kanı hacamat olarak temizleyebilirler. Böylece yağda depolanan toksinler kana karıştığından hacamat tedavisi ile vücuttan en kısa yolla ayrılmış olur.
Unutmamalıdır ki vücut, bağışıklık sisteminin mükemmel refleksleriyle varolan durum içinde en uygun şekilde karşılık vermektedir. Yanlış beslenen ve yaşayan biri için yağ bağlamak hayati organları koruyan mükemmel bir tepkidir. Görüntüsünden rahatsız olarak kilolarından hemen kurtulmak isteyenler o görüntünün kendi yanlışlarının neticesi olduğunu unutmamalı, yaptıkları yanlıştan el çekmeleri, vazgeçmeleri gerekir.
Sağlıklı kilo vermek isteyenlere Hacamat Tedavisi’ni mutlaka öneriyoruz.

2 Mayıs 2011

İlk Lalelerim

Ferâhâver

Lâlenin Osmanlılar tarafından bu kadar kabul görmesinin sebeplerinden biri de Arap harfleri ile   ( ﻻ ﻟﻪ )  şeklinde yazıldığında, Allah ( ﷲ ) kelimesinde ki bütün harfleri kapsamaktadır.

Lâlenin en revaç bulduğu dönemlerden biri olan Osmanlılar zamanında ona, "ferâhâver (ferahlık veren)" denmiştir.


1.Bu çiçek ve lâle merakı İstanbul’a gelen yabacıları bir hayli etkilemiş ve hayran bırakmıştır.




TulipLalerimLâlenin Osmanlılar tarafından bu kadar kabul görmesinin sebeplerinden biri de Arap harfleri ile   ( ﻻ ﻟﻪ )  şeklinde yazıldığında, Allah ( ﷲ ) kelimesinde ki bütün harfleri kapsamaktadır.Anadolu Selçuklu devletinin başkenti Konya’da ki eserlerde de lale motiflerine rastlanır. Lale ve lâle kültürünün Anadolu’ya Türklerle birlikte geldiği kesindir.

1.Bu çiçek ve lâle merakı İstanbul’a gelen yabacıları bir hayli etkilemiş ve hayran bırakmıştır.2. Lamartin, Topkapı sarayını gezerek Türklerin doğaya yakınlıklarını ve göz zevkine ne kadar önem verdiklerini anlatır.“Kimin kaygısı ahiret olursa Allah onun zenginliğini kalbinde kılar, işlerini dağınık olmaktan kurtarır ve dünya ona boyun eğerek gelir…” Tirmizî

8 Şubat 2011

Kısa Yoldan Dolma






Malzemeyi dolma yapar gibi lahanayı haşladım içini hazırladım sonra börek gibi tepsiye dizdim suyunu ilave edip, fırında 180 derecede, 50 dakika pişirdim.

16 Ocak 2011

Medinede Son Türkler





Bazı notlarımın fotoğrafını çektim okumak isteyen üzerine tıklatıp okuya bilir …



6 Ocak 2011

Bilen de Bilmeyen de Konuşuyor


Bir ülkede deprem söz konusu olursa jeologlar, hastalıklar söz konusu olursa doktorlar, savaş söz konusu olursa siyasiler ve askerler konuşurlar. Bu bizim ülkemizde de böyledir.

Ancak bizde iki konu vardır ki bunlar üzerinde herkes konumuna, birikimine, eğitimine bakmadan üstelik de alim edasıyla konuşur. Bu konulardan bir tanesi dindir diğeri tarih.
Tarihle ilgili bir şeyler söz konusu olduğunda siyasetçi konuşur, gazeteci konuşur, televizyoncu konuşur vs. Bir Allah kulunun aklına da bu işin profesörleri bulup konuşturmak gelmez.
Veya gelir de, onların söyleyecekleri işlerine gelmez.
Tarih deyince her zaman revaçta olan konulardan bir tanesi de Osmanlı ve haremidir.